9.GÜN: PARİS


Bugün araba yok! Dinlenme ve Paris’i keşfetme günü. Sabah kendimize ödül verip biraz daha fazla uyuyoruz ve ilk durak Notre Dame Katedrali’ne gitmek için yola çıkıyoruz. Fakat Paris’te acayip bir yağmur var. Dünden beri hiç durmamış. Onur yağmurluğunu da yanında getirmişti ama ben kahraman “bana bişey olmaz” diyerek üzerime sadece ince bir hırka almıştım ve maalesef yürüdükçe heryerim ıslanıyordu. Bir çok turist de benim gibi mağdur olduğundan olsa gerek, sokaklarda turistler için Paris logolu yağmurluklar satıldığını gördüm. 6 Euro’ya mavi renkli bir yağmurluk alarak belediye görevlisi gibi Paris sokaklarında gezmeye başladım. Yağmurluk gerçekten beni çok iyi korudu, ne üşümem kalmıştı, ne ıslanmam. Ancak şimdi daha büyük bir sorun vardı. Spor ayakkabısıyla gelmiştim ve içleri hep su dolmuştu, çoraplarım da ıslanmıştı. Çok rahatsız olmuştum ve ayaklarımdan soğuk çekiyordum. Hemen buna da bir çare bulduk ve 2 çift yeni çorap alıp giydikten sonra ayaklarıma birer de naylon poşet bağlayıp ayakkabıyı öyle giydim J Tek bir damla su dahi girmedi o günden sonra ;)

Seinne nehri boyu yürüyerek Notre Dame Katedrali’ne ulaştık.
BİLGİ
Fotoğraflarımızı çektikten sonra, aynı isimli köprüden geçerken, aşklarının kendilerine bağlanmasını isteyen aşıkların astıkları asma kilitlerle dolu köprü korkulukları gördük. Bunun bir benzerini, Cinque Terre’deki “Villa Amor”da da görmüştük.

Notre Dame’ın ardından sırada Lorve Müzesi gezisi var ama öncesinde nehir boyunda şirin bir cafe buluyor ve kruvasan ve kahve için içeriye dalıyoruz. İkişer kruvasan ikişer de espressoyu afiyetle midemize indirirken, o cafeden geriye bu kareler kalıyor.


Kahvaltımızı yapıp içimizi ısıttıktan sonra oluğu Lourve Müzesinde alıyoruz. Özellikle Mona Lisa tablosuyla ünlü bu müzede, daha yüzlerce sanat eseri bulunuyor. Ancak sağanak yağmur altında sıra bekleyen yüzlerce insanı görünce, içine girmekten vazgeçiyoruz ve o meşhur prizmaların önünde poz veriyoruz.

Lourve Müzesi binasından çıkar çıkmaz, yolun karşısında sevimli bir pazara denk geliyoruz. İçerisinde ne ararsanız var. Peynirci, takıcı, şarapcı, oyuncakcı.. Çok hoş şeyler satılıyordu gerçekten, tam bir panayır havası hakimdi. Burada biraz gezindikten sonra meşhur Ressamlar Tepesi Montmatre’ye çıkmak üzere metroya biniyoruz. Montmatre tepede, tüm Paris manzarasına hakim bir yer. Sevimli sokaklarında cafelerin yanı sıra ressamların resim çizdiği dükkanlar bulunuyor.
Sağanak yağmurun altında bu kadar gezmek bizi yoruyor ve acıktırıyor. Aslında günlerdir aklımızda kebap yemek vardı, Kıbrıs’tan sonra hiç yememiştik ve çok özlemiştik, özellikle de rakıyı. Onur hemen internetteki kebapçılara bakıyor ve en çok beğeni alan İstanbul Restaurant diye bir restaurantı aramaya koyuluyoruz. Ha bu arada Paris sokaklarında dolaşırken Opera Binası’nı da fotoğraflayıp kebap ve rakıya kavuşmak için yağmur altında heyecanla yürümeye devam ediyoruz. En sonunda Türkçe tabelaların bulunduğu bir sokağa giriyoruz. Dönerciler, kebapçılar vs.. Harita yardımıyla İstanbul Restaurant’ı buluyoruz. Dışardan küçük bir yer gibi geliyor bize. Acaba vaz mı geçsek derken içeri girer girmez kocaman ve çok şık bir restaurantla karşılaşıyoruz. Müşteriler genellikle Türk. Hemen güzel bir yere oturuyoruz ve kebaplarımızı sipariş veriyoruz. Tabi ki önden de mezelerimizi ve rakılarımızı. Günlerdir içtiğimiz şaraplardan sonra rakı şifa gibi geliyor J
Rakı-meze keyfimizi yaptıktan sonra sıra kebaplara geliyor. Allah’ım o nasıl bir lezzettir.. Şu an yazarken bile ağzım sulanıyor, o kadar güzeldi. Ben hayatım boyunca bu kadar güzel kebap yediğimi hatırlamıyorum.. Gerçekten helal olsun diyoruz ve şehri gezmenin yorgunluğunun üstüne yemek yemenin rehaveti de eklenince otele dönüp biraz uyuyoruz.

Akşamüzeri Eiffel’e karşı şarap içmek üzere otelden çıkıyoruz ama şaraptan önce bişeyler yiyelim diyoruz ve Onur hızını alamayıp bu kez döner yemek istiyor. Yine internetten bakıyoruz ve otele yakın sayılabilecek bir bölgede Planet İstanbul isimli bir dönercinin bayağı beğenildiğini okuyoruz. Hemen oraya gidiyoruz, küçücük bir dükkân ama içerisi tıka basa insan dolu. Genelde yabancılar rağbet ediyor dönere. Dönerlerimizi yerken sahibi ve çalışanlar bizimle sohbete tutuşuyor. Çalışanlardan biri, 4 yıl boyunca Kıbrıs’taki Lokmacı bölgesinde bulunan Ocakbaşı Restaurant’ta çalıştığını söylüyor ve Kıbrıs’ı çok özlediğini anlatıyor. Paris’in keşmekeşinden usandığını, Kıbrıs’taki sakin hayatını özlediğini anlatıyor ve “gızcıklara selam söyleyin” demeyi ihmal etmiyor J

Karnımızı da doyurduktan sonra, marketten şaraplarımızı alıyoruz ve güneşi batırmak üzere Eiffel Kulesi’nin karşısında yerimizi alıyoruz. Şarap ve lazer gösterisi eşliğinde günü uğurladıktan sonra bu kez de meşhur Şanzelize Caddesi’ne gidiyoruz. Orijinal adı “Champs-Elysees” olan cadde, Merkezdeki Zafer Takı’ndan başlıyor. Işıl ışıl, capcanlı bir cadde. Paris’in kalbi bu caddede atıyor.
Yol üzerinde bir cafede atıştırmalıklar eşliğinde şarabımızı içtikten sonra otelimize dönüyor ve güne veda ediyoruz.

Post-it:
PARİS’TE GEZİLECEK YERLER:

-           

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder