Bugün araba yok! Dinlenme ve Paris’i keşfetme günü. Sabah
kendimize ödül verip biraz daha fazla uyuyoruz ve ilk durak Notre Dame
Katedrali’ne gitmek için yola çıkıyoruz. Fakat Paris’te acayip bir yağmur var.
Dünden beri hiç durmamış. Onur yağmurluğunu da yanında getirmişti ama ben
kahraman “bana bişey olmaz” diyerek üzerime sadece ince bir hırka almıştım ve
maalesef yürüdükçe heryerim ıslanıyordu. Bir çok turist de benim gibi mağdur
olduğundan olsa gerek, sokaklarda turistler için Paris logolu yağmurluklar satıldığını
gördüm. 6 Euro’ya mavi renkli bir yağmurluk alarak belediye görevlisi gibi
Paris sokaklarında gezmeye başladım. Yağmurluk gerçekten beni çok iyi korudu,
ne üşümem kalmıştı, ne ıslanmam. Ancak şimdi daha büyük bir sorun vardı. Spor
ayakkabısıyla gelmiştim ve içleri hep su dolmuştu, çoraplarım da ıslanmıştı.
Çok rahatsız olmuştum ve ayaklarımdan soğuk çekiyordum. Hemen buna da bir çare
bulduk ve 2 çift yeni çorap alıp giydikten sonra ayaklarıma birer de naylon
poşet bağlayıp ayakkabıyı öyle giydim J
Tek bir damla su dahi girmedi o günden sonra ;)
Seinne nehri boyu yürüyerek Notre Dame Katedrali’ne ulaştık.
BİLGİ
Fotoğraflarımızı çektikten sonra, aynı isimli köprüden
geçerken, aşklarının kendilerine bağlanmasını isteyen aşıkların astıkları asma
kilitlerle dolu köprü korkulukları gördük. Bunun bir benzerini, Cinque
Terre’deki “Villa Amor”da da görmüştük.
Notre Dame’ın ardından sırada Lorve Müzesi gezisi var ama
öncesinde nehir boyunda şirin bir cafe buluyor ve kruvasan ve kahve için
içeriye dalıyoruz. İkişer kruvasan ikişer de espressoyu afiyetle midemize
indirirken, o cafeden geriye bu kareler kalıyor.
Kahvaltımızı yapıp içimizi ısıttıktan sonra oluğu Lourve
Müzesinde alıyoruz. Özellikle Mona Lisa tablosuyla ünlü bu müzede, daha
yüzlerce sanat eseri bulunuyor. Ancak sağanak yağmur altında sıra bekleyen
yüzlerce insanı görünce, içine girmekten vazgeçiyoruz ve o meşhur prizmaların
önünde poz veriyoruz.
Lourve Müzesi binasından çıkar çıkmaz, yolun karşısında
sevimli bir pazara denk geliyoruz. İçerisinde ne ararsanız var. Peynirci,
takıcı, şarapcı, oyuncakcı.. Çok hoş şeyler satılıyordu gerçekten, tam bir
panayır havası hakimdi. Burada biraz gezindikten sonra meşhur Ressamlar Tepesi
Montmatre’ye çıkmak üzere metroya biniyoruz. Montmatre tepede, tüm Paris
manzarasına hakim bir yer. Sevimli sokaklarında cafelerin yanı sıra ressamların
resim çizdiği dükkanlar bulunuyor.
Sağanak yağmurun altında bu kadar gezmek bizi yoruyor ve
acıktırıyor. Aslında günlerdir aklımızda kebap yemek vardı, Kıbrıs’tan sonra
hiç yememiştik ve çok özlemiştik, özellikle de rakıyı. Onur hemen internetteki
kebapçılara bakıyor ve en çok beğeni alan İstanbul Restaurant diye bir
restaurantı aramaya koyuluyoruz. Ha bu arada Paris sokaklarında dolaşırken
Opera Binası’nı da fotoğraflayıp kebap ve rakıya kavuşmak için yağmur altında
heyecanla yürümeye devam ediyoruz. En sonunda Türkçe tabelaların bulunduğu bir
sokağa giriyoruz. Dönerciler, kebapçılar vs.. Harita yardımıyla İstanbul
Restaurant’ı buluyoruz. Dışardan küçük bir yer gibi geliyor bize. Acaba vaz mı
geçsek derken içeri girer girmez kocaman ve çok şık bir restaurantla
karşılaşıyoruz. Müşteriler genellikle Türk. Hemen güzel bir yere oturuyoruz ve
kebaplarımızı sipariş veriyoruz. Tabi ki önden de mezelerimizi ve rakılarımızı.
Günlerdir içtiğimiz şaraplardan sonra rakı şifa gibi geliyor J
Rakı-meze keyfimizi yaptıktan sonra sıra kebaplara geliyor.
Allah’ım o nasıl bir lezzettir.. Şu an yazarken bile ağzım sulanıyor, o kadar
güzeldi. Ben hayatım boyunca bu kadar güzel kebap yediğimi hatırlamıyorum..
Gerçekten helal olsun diyoruz ve şehri gezmenin yorgunluğunun üstüne yemek
yemenin rehaveti de eklenince otele dönüp biraz uyuyoruz.
Akşamüzeri Eiffel’e karşı şarap içmek üzere otelden
çıkıyoruz ama şaraptan önce bişeyler yiyelim diyoruz ve Onur hızını alamayıp bu
kez döner yemek istiyor. Yine internetten bakıyoruz ve otele yakın
sayılabilecek bir bölgede Planet İstanbul isimli bir dönercinin bayağı
beğenildiğini okuyoruz. Hemen oraya gidiyoruz, küçücük bir dükkân ama içerisi
tıka basa insan dolu. Genelde yabancılar rağbet ediyor dönere. Dönerlerimizi
yerken sahibi ve çalışanlar bizimle sohbete tutuşuyor. Çalışanlardan biri, 4
yıl boyunca Kıbrıs’taki Lokmacı bölgesinde bulunan Ocakbaşı Restaurant’ta
çalıştığını söylüyor ve Kıbrıs’ı çok özlediğini anlatıyor. Paris’in
keşmekeşinden usandığını, Kıbrıs’taki sakin hayatını özlediğini anlatıyor ve
“gızcıklara selam söyleyin” demeyi ihmal etmiyor J
Karnımızı da doyurduktan sonra, marketten şaraplarımızı
alıyoruz ve güneşi batırmak üzere Eiffel Kulesi’nin karşısında yerimizi
alıyoruz. Şarap ve lazer gösterisi eşliğinde günü uğurladıktan sonra bu kez de
meşhur Şanzelize Caddesi’ne gidiyoruz. Orijinal adı “Champs-Elysees” olan
cadde, Merkezdeki Zafer Takı’ndan başlıyor. Işıl ışıl, capcanlı bir cadde. Paris’in
kalbi bu caddede atıyor.
Yol üzerinde bir cafede atıştırmalıklar eşliğinde şarabımızı
içtikten sonra otelimize dönüyor ve güne veda ediyoruz.
Post-it:
PARİS’TE GEZİLECEK YERLER:
-
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder